MAVİ BULUTUN SAPSARI YOLCULARININ HİKAYESİ




Destanlara sarılı bir beşiğin öksüz çocuklarıydık biz
Kızıl bulutların pençesinde oynardık oyunlarımızı
Bilmediğimiz üniformaları seyrederdik çevremizde dolanan
Susuz kalmış köpeklerin sefilliğini yaşar,
Top seslerine doğan ebedi güneşlere kalkardık.

Başında al yazma, kucağında demir parçaları taşıyan kadınlardık biz.
Ağlayan bebelerimize süt verirken evimizin beyi olduk.
Geceyi aydınlatan aydan daha parlaktı bize bakan sinsi gözler.
Pencerelerimizi kapattık bencil kükreyişlerini duymamak için.
Önü boşalmayan ahşap kapılarımız vardı bizim.

Bir zamanlar ocağı buram buram tüten yürekli babalardık biz.
Elimize silah dayadıklarında nereye ateş edeceğimizi bilemedik.
Sefaletin kokusu sindi alnımızdan akan terlere.
Kızarmış burunlarımıza akıyordu ilk kez dökülen yaşlar.
Başka bıyıkların sözlerini dinlerdi kudretli devletimiz.

Nice büyük ordulara göğüs geren çıplak ayaklı askerlerdik biz.
Atlılarımızla dört nala giderken Hakk'a kavuştuk bir bir.
Savaş nidalarımız sessiz çığlıklara dönüştü.
Özgürlüğe köle olmuş ruhumuz esarete boyun eğerken,
Baharlarımızın içine düşen karlar hiç erimedi.

Dört büyük kıtayı yurt edinmiş yalnız bir imparatorluktuk biz.
Yumruğumuzu indirdik dişlerini gösteren aslana doğru.
Tasma takılan boynumuz yara bere içinde kaldı.
Bir kap çorbaya ana bildiğimiz vatanımızı verdik.
Kendi kendimizin celladı olduk yabancı topraklarda.

Sonra mavi bir buluta açılan sapsarı bir yolun yolcuları olduk.
Birbirimize dokundu gülmeye yeni yeni alışan yüzlerimiz.
Zincirlere vurulu bileklerimizi ısıttı sert bakışlı bir Mustafa.
Cebinden çıkardığı Cumhuriyet tohumunu dikti akıllarımıza.
Su verdikçe serpilen bu tohum şahlanan bir milletin kalbi oldu,
Şahlanan bir gençliğin hiç bitmeyecek sesi oldu...






Yorumlar

Popüler Yayınlar